Oyuncu Cemal Hünal: Issız Adam yönetmen başarısıdır
RöportajIssız Adam filminde canlandırdığı Alper karakteriyle zihinlerde iz bırakan Oyuncu Cemal Hünal; Beni gördüklerinde genel olarak Issız Adamın başarısını örnek gösteriyorlar. O benim başarım değil, o bir yönetmen başarısıdır dedi.
Vizyona girdiği 2008 yılında önemli bir başarı yakalamıştı Issız Adam filmi. Yalnızlığı seçen, bağlanmaktan kaçan Alper karakteriyle psikoloji ve sosyoloji referanslı birçok yeni tartışmanın da fitilini ateşlemişti. Kent insanının yalnızlığı, kendinden kaçışı, modernitenin açmazları yeniden ve daha sık sorgulanır olmuştu filmden sonra. Zaten sinemanın da asıl işlevi bu değil miydi; zihinlerde şimşek çakmak! Oyuncu Cemal Hünal, Issız Adam filmini, Alper karakterini ve görünür olmayı anlattı:
Bir kere elimdeki senaryo çok net bir senaryoydu, iyi bir senaryoydu. Şöyle söyleyeyim; biz filmi çekmeye başlamadan bir sene önce o zamanlar bir restorasyon işletiyordum, orada Çağan Irmak ile beraber oturduk, bana filmi baştan sona anlattı ve bir sene sonra bana filmin senaryosu geldiğinde her şey kelimesi kelimesine aynıydı ama o kadar başarılı bir kurgu vardı ki! Bir kere Alper karakteri benim kendimden çok uzak bir karakter, gerçekten çok farklı bir karakter ama şöyle bir şey de var; benim oyunculuk okumadaki sebeplerden birisi de zaten buydu. Eğer bir karakter iyi yazılırsa, iyi yazılmasından kastım; eğer bunu bir sinema için veya tiyatro için yapmak istiyorsanız, o zaman analitik olmak lazım. Ancak çok fazla da analitik de olmamak lazım, çünkü bütün karakterler çok farklı yönlere açılırlar, çok farklı uzak derinliklere giderler ve hepsi anlaşılabilir değildir. Çağanın getirdiği senaryoda bu karakteri seyircinin anlayabilmesi için ve oyuncunun anlayabilmesi için ideal dünya çerçevesi çok doğru yerlerdeydi, yani dört köşesi yerindeydi. Alper karakterini şimdi çok iyi anlayabiliyorum; sebepleri, yalnızlığı seçmesi, saklanması, günlük verdiği kararlar neyin üzerine kurulu Aslında oyuncuların işi bu; verilen metindeki karakteri çözümleyip o insanın derdini anlayıp, ona empati gösterip, onu olduğu halle sevmek.
Alperin gerçek derdi neydi sizce?
Gerçekte bu şekilde yaşamayı seçen insanlar genellikle kendi iç dünyalarını ve zayıflıklarını ve de kendilerinde gördükleri eksiklikleri dışarıya yansıtmamak için kapalı kutularda yaşayıp daha böyle bir karizma kılıfını kendi üzerlerine geçirip onu taşıyarak, onunla yaşayarak, onunla mutlu olmayı tercih eden insanlardır. Dışarıya açılma cesaretleri yok aslında, onun kendine kurduğu kulesi dışarıdan bakınca şahane görünüyor, istediği her şeyi almasına müsaade ediyor ama devamı yok. Devamının olabilmesi için onun samimi olması lazım, karşısındaki insanın karşısında çıplak olabilmesi lazım ama benliğini kimsenin görmesini istemiyor.
Benim anladığım kadarıyla Alper karakteri bir parça Çağanın çok yakın bir arkadaşının profili, bir parça kendisinden bir profil, bir parça da bu ikisini bir araya koyduktan sonra etrafından gözlemledikleri ve aslında çok fazlasıyla filtre etti bunu. Muhtemelen kafasında çok daha fazla şeylerde vardı fakat çok enteresan bir şekilde sağından solundan kırpıp köşelerini belirleyip, hani mesela; bir origami yapıp bir de üsten makas atıp tamam benim aradığım bu diyebiliyordu.
BU SAHNEYİ KÖTÜ OYNAYIN
Başarı için ne istediğini bilmek de önemli tabi?
Çok enteresan bir örnek vereyim; mesela Şerif Bozkurt var; Issız Adamdaki garsonu oynayan arkadaşım. Çok sevdiğim bir arkadaşımdır, beraber çalışmayı da çok sevdiğim bir arkadaşımdır. Bizim normal bir insani diyalogumuz var; Alper ile Şenol merdivende oturup şarap içiyorlar ya; işte o sahneyi oynayacağımız gün geldi, biz de Şerif ile beraber çok iyi anlaştık, şimdi oyuncular arasında da kimya yerine oturduğu zaman; karşındakinden pas alabiliyorsan, ona pas atabiliyorsan, verdiği oyunu kullanabiliyorsan o zaman çiçekler açıyor zaten. Oyunculuk aslında kimsenin tek başına yaptığı bir iş değil, bütünün içerinde hayata geçirdiğimiz şey. Biz de Şerifle çok hevesliydik, oturduk sahnemizi çalıştık, Sahne çok da hoşumuza gitmişti, sonra merdivenlere oturduk elimizde de şaraplar, Çağan; Prova yapmak istiyor musunuz dedi. Bizde Gerek yok dedik. Sahneyi oynamaya başladık daha üçüncü lafa gelmişti ki, Çağan; Kestik dedi. Biz tabi, ne oldu acaba teknik bir sorun mu var diye aramızda konuşuyoruz. Çağan bize döndü; Çocuklar siz bu sahneyi çok sevmişsiniz dedi. Biz de Evet dedik. Çağan; Evet çok da güzel oynuyorsunuz maşallah. Şimdi lütfen sahneyi oynamaz mısınız? Hatta öyle de yapmayın bu sahneyi kötü oynayın dedi. Biz, bu sahneyi nasıl kötü oynayacağız ne yapalım birbirimize mi bakmayalım falan diye söyleniyoruz ama bir de pişirmişiz aramızda o sahneyi. Neyse bir daha başladık, üçüncü lafta Çağan yine; Kestik! Arkadaşlar hala bu sahneyi çok iyi oynuyorsunuz bu sahneyi kötü oynamanıza ihtiyacım var dedi. Biz; Hocam bak film çekiyoruz, adamın insanlığı da bu sahnede ortaya çıkıyor, işte arkadaşıyla sohbeti falan. Niye kötü oynayalım bu sahneyi dedik. Çağan dedi ki; Bakın filmin nabzını ben tutuyorum, birincisi; bana soru sormayın, ikincisi; siz şimdi burada güzel bir uyum ve arkadaşlık sergileyerek filmin ruhunu yükseltiyorsunuz. Benim için filmin ruhunun burada yükselmemesi lazım. Eğer kötü oynamazsanız sahneyi atacağım çünkü ben duygu yükünü filmin sonuna saklıyorum
Genel olarak bütüne zaten matematiği öyle bir atmış ki, başka bir yerde hikâyenin orada yükselmesini istemediği için kesmiş. Sette bu tip şeyleri biz çok yaşadık. Çağan mesela; Melis ile olan sahnelerimizde de; Tamam bir dakika, siz fazla sevgili gibi oldunuz, şimdi bunu kötü oynayın. Hani biraz daha soğuk, olmamış gibi falan. Hani böyle iletişim kuruyorsunuz ama o iletişim kurduğun kişiyle, konuşursun, bakışırsın fakat bir türlü o kimya oturmaz ya, işte onu arıyorum ben, bu sahneyi kötü oynayın dedi. Herhalde bir on beş-yirmi tane bu tip durum vardır. Onun dışında her şeyi tek kayıtta çok hızlı bir şekilde çektik.
Alper karakterini hakkını vererek oynadığınız, oyunculuğu tutkuyla yaptığınız aşağı yukarı herkesin benimsediği bir görüş; zaten filmin başarısı da ortadaydı?
Ben gerçekten yaptığım işleri çok seviyorum nerede ne yaptığımın da çok farkındayım. Ancak nerede ne yapıp nerede ne yapamadığımın da çok farkındayım. Açıkçası beni gördüklerinde genel olarak Issız Adamın başarısını örnek gösteriyorlar. O benim başarım değil o bir yönetmen başarısıdır. Bu kadar yani! Oraya koyacağınız herhangi bir aklı başında, duyarlı bir insan, oyuncu da demiyorum aklı başında duyarlı bir insan, orada verilen ipuçları ile ve de öyle bir yönetmen ile çok iyi bir performans gösterebilir.
GÖRÜNMEZLİĞİMİ KAYBETTİM
Ünlü bir oyuncu olunca hayatınızda neler değişti?
Aslında benim için ünlü bir oyuncu olduğumda, hayatımda hiç bir şey değişmedi. Ben sadece görünmezliğimi kaybettim. Genel olarak hayata bakış açım, insanlara bakış açım değişmedi. Aaa ben meşhur oldum artık falan olmadı yani. Hatta, Issız Adamdan sonra ilk bir sene Antakyada kaldım. Antakyada bir dağ evim vardı, özellikle dedim ki; Ben bir süre burada kalayım ortalık biraz karışık fakat öyle ki, Antakyada bile trafikte arabada dururken bile Aaa Issız Adam diye kapıyı açıp indirmeye çalışıyorlardı ve bu bana çok tuhaf gelmişti. Filmin sonrasında ilk üç-dört ay açıkçası çok stresli geçmişti açıkçası benim için.
Görünmezliğini kaybetmek nasıl bir duygu?
Şöyle düşünün; mesela hepimiz evden çıkıp sevdiğimiz bir kafeye gidip, sakin bir şekilde gazetemizi okuyup kahvemizi yudumlamayı sevebiliriz. Benim öyle bir lüksüm yoktu, çünkü evden çıkıp o kafeye varana kadar ve orada oturduğunuz andan itibaren gözler sizin üzerinizdeydi. Önceleri bu büyük bir bedel gibi geliyordu ama artık gelmiyor; çoğunlukla görmezden gelmeyi ben de öğrendim, insanlar da görmezden gelmeye başladılar. Öyle olunca gayet iyi oldu aslında.
TELEVİZYON SON 4 YILDA KENDİNİ TÜKETTİ
Sinemamızda önemli yapıtlara imza atılıyor fakat televizyon için aynı şeyi söyleyemeyeceğim; dizilerde senaryo tarafı çok zayıf geliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Özellikle Türkiyede televizyondan bahsettiğimiz zaman ki; son dört sene içerisinde televizyon piyasası kendisini bu sebeple fazlasıyla tüketti. Televizyonda yapıma önem veriyorlar, kameraya önem veriyorlar, oyuncuların kim olduğu da onlar için önemli, iyi bir yönetmen bulalım da diyorlar fakat senaryo olmadan yola çıkıyorlar. Şöyle bir şey söyleyeyim; uzun metrajlı bir film senaryosunun oluşması birkaç aylık bir süreçtir; hikâyenin ortaya çıkması, büyümesi, kendi kendine gelişmesi ve kendi dünyasını gerçek bir hale getirebilmesi. Hani korkunç bir deha belki bir ayda böyle bir şeyi çıkartabilir ama iki haftada değil ya da bir haftada değil! Onun için oturup da bu sahneyi nasıl sağarız, ya da 120 dakika nasıl doldurulur kaygısı sete girdikten sonra ortaya çıkıyor. Bakıyorlar ki çekime başladık ama yapacak hiçbir şey yok, sonra Bu sahne niye olmuyor o sahne olmuyor çünkü o sahneyi kimse yazmadı! Sen oraya istediğin oyuncuyu koy, istediğin ışıkları yak, istediğin kadar da dekor yap kimse onu seyretmeyecek, seyredebilecek bir şey yok çünkü! Temel olarak bir sahnenin sahne olması için teknik olarak tabi tırnak içerisinde söylüyorum; içinde çatışma olması gerekiyor. Eğer iki kişi yan yana oturuyorsa, bir konuda hem fikirlerse ve o işi nasıl yapacaklarını beraber konuşuyorlarsa bu bir sahne değildir bir kere! Yok öyle bir şey! Bir kere ortada bir çatışma olması lazım, bir sahnenin en temel gerekliliği bir çatışmanın var olmasıdır; iki insanın amaçları aynı olabilir ama niyetleri veya yaklaşımları farklıdır. Bir tartışmaya sebep olunur, o tartışma üzerinden bir karar verilir, o verilen karar bir sonraki sahnenin girişini hazırlar. Sahnede dramatoloji konusu; evet temel gerçeğidir bu.
Her insanın içinde hiç sönmeyen bir ateş vardır derler. Siz ne için yanıyorsunuz?
Açıkçası at üstünde geçirdiğim her dakika için yanıyorum. O başka bir şey yani, bambaşka bir duygu. Onun en ideal noktasında ne ben varım, ne at var ne yer var, ne gök var; hiçbir şey yok, ama her şeyi görebiliyorum, her şeyi duyabiliyorum.
Cemal Hünal hayattan ne istiyor?
Ne istiyorum; iyi bir hayat istiyorum sadece; başka bir şey istemiyorum. Yapabileceğim kadar iyi ve güzel şeyler yapmak istiyorum, mutluyum zaten.
İlginizi Çekebilir