Kavacık durağında, bir Ankara dönüşü otobüsümüz arıza yapıyor ve bir müddet sonra duruyor. Fakat talebelik zamanlarımdan bu yana yirmi yılı geçen süredir İstanbullu oluşum toplu taşıma konusunda bazı yeteneklerimin gelişmesine neden oluyor. Karşıya herhangi bir toplu taşıma aracıyla daha kolay geçebileceğimi hesap ederek, ufak çantamı alıp şirket arabasını terk ediyorum. Durağa yürüyorum ve herkesin yediği soğuğun aynısından ben de bir müddet yedikten sonra efsane hat 500 T geliyor. Fakat talihsizlik… Akbilim yok!
İşporta sektörü dünyanın hiçbir yerinde İstanbul’da ki kadar hızlı gelişemez. Fakat bunca dinamizmine rağmen devletten bir teşvik gördüğü de yoktur. Halbuki umumiyetle bir işportacı kamu hizmetinin yetmediği, yetişmediği bir alan ve coğrafyada hizmet sunar. Bu hizmet kamu hizmetini tamamlayan bir mahiyet arz eder. Yurttaş için lüzumlu ve faydalı olduğu tartışmasız olan işporta sektörünün devlet için en büyük sıkıntısı kayıt dışı olmasıdır ki, devlet neleri görmezden gelmektedir deyip bu bahsi kapatıyoruz.
Durakta bir müddet bekliyorum lakin poyraz çiseyle sert esiyor. Daha tecrübeli yolcuların \'\'akbilci var\'\' söylemlerine kendimi teslim edip bir ‘özel’ halk otobüsüne ön kapıdan biniyorum. Akbilim yok, biletçi zaten kaldırılmış idi ve şoför de para kabul etmiyor. Akbilciyi beklemekten başka çaremiz yok ve bu esnada akbili basan yolcular geçiyorlar. Benim durumumda olan bir iki yolcu ile şoförün arkasına yakın bir yerde bekliyoruz. Akbilci gelecek ve biz biraz fark ücreti ödeyip bir nevi rehin olmaktan kurtulacağız. Zira akıbetimiz kaptan şoförün iki dudağı arasında ve nihayet \'\'O\'\' geliyor. Şoför bizi otobüsten atacak değil tabii ki fakat bu ihtimal ve biletsiz olmanın huzursuzluğu bize yetiyor.
Hem havanın poyraz oluşu ve hem de sürekli dışarıda çalışmasından olmalı eli yüzü kızıl elmalara dönmüş ve tükürükleri ağzının yanlarından birazcık köpürmüş vaziyette, elinde akbili ve bir tomar parası ile geliyor. Arkadaki otobüslerin tacizlerinden daralan kaptan şoför akbilcinin gıyabında etmiş olduğu küfürlerin bir kısmına yüzüne de söylüyor. Homurdanmaya benzer bir ses ile şoförün küfürlerine cevap veren akbilci bizim adımıza akbilini okutuyor ve ücretini alıp bizi esaretten kurtarıyor. O zamana kadar ikinci sınıf yolcu statüsündeyiz ve akbilci sayesinde biz de el içine karışıyor, gerilere doğru ilerleme hakkını elde ediyoruz.
Biz huzursuzluğumuzu üzerimizden atmış olarak ve otobüsün buğulu camlarından dışarıyı seçmeye çalışarak köprüye doğru yol alırken, akbil işportacısı yolda kalanların yoldaşı ve kimsesizlerin kimsesi olmaya devam ediyor. Poyraz ve yağmurun şehrin suratına bir sille gibi indiği tipik bir kış akşamında…
Av. Mehmet Emrullah KUCUR
Facebook Yorum
Yorum Yazın