Mercedes Sprinter
İstanbul
DOLAR34.0692
EURO37.7489
ALTIN2730.4
SERHAT AĞIRBAŞ

SERHAT AĞIRBAŞ

Mail: info@agirbashukukburosu.com.tr

DANIŞTAY KARARLARI IŞIĞINDA MÜKTESEP HAK KAVRAMI

Devlet ile birey arasındaki ilişkinin eşitsiz bir ilişki olduğu dikkate alınarak bu ilişkinin somutlaştığı alan olan idare hukuku ve anayasa hukukunun tarihine bakıldığında, bu tarihin önemli bir bölümünün bireylerin devlet karşısında belli hak ve güvencelere sahip olma mücadelesi olduğu söylenebilir. Bu bakımdan, özellikle modern devletin oluşumu ile birlikte, idare hukukunun önemli bir bölümünü hukuk devleti ve uluslararası hukukunun öneminin artmasıyla beraber insan haklarının korunması ile hukukun genel ilkeleri oluşturmaktadır. Hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul edilen kazanılmış hakların korunması ilkesi de, genel olarak kamu hukukunda bireylerin devletle olan ilişkilerinde haklarının konumunu belirlemekte anahtar ilke niteliği taşımaktadır.

Anayasa mahkemesi 2012/931 E. 26.06.2014 tarihli kararında kazanılmış hakkı; “kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş hak” olarak tanımlamıştır. Anayasa mahkemesi yine aynı kararda kazanılmış haklara saygı ilkesi hukukun genel ilkelerinden biri olup, hukuk güvenliği ilkesinin temel bir sonucudur. Kazanılmış haktan söz edebilmek için bu hakkın yeni kanundan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçları ile birlikte fiilen elde edilmiş olması gerekir. Kanunlarda yapılan değişiklik kazanılmış hakları etkilemediği ve hukuk güvenliğini zedelemediği sürece bu kanunların hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu ileri sürülemez.  Hususlarını belirterek müktesep hakların özüne dokunulmayacağını açıkça belirtmiştir.

YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU E. 1972/6 K. 1973/2 27.1.1973 tarihli kararın göre kazanılmış hak hukuka uygun bir işlemden doğar ve işlem geri alınsa bile, ilerisi için devam eder. Diyerek kazanılmış hakkın geri alınmayacağını belirtmiştir.

Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu, 1988/5 E., 1989/3 K. sayılı 03.07.1989 tarihli kararına göre, “Kanunların geriye yürümezliği ilkesi, bir hukuki işlem veya eylemin, bir hukuki ilişkinin vuku bulduğu ya da meydana geldiği dönemdeki kanunun hükümlerine tabi kalmaya devam edeceğini ifade eder. Sonradan çıkan kanun, kural olarak yürürlüğünden önceki olaylara ve ilişkilere uygulanmaz”. Yeni yürürlüğe giren kanunlar için kabul edilen geriye yürümezlik esası, idare hukuku alanında da “idari işlemlerin geriye yürümezliği” ilkesi olarak kabul görmektedir.

Objektif bir hukuk kuralının kişi için uygulanması veya uygulanacak hale gelmesi olarak tanımlanabilen kazanılmış hak kavramı ile genel olarak objektif ve genel hukuksal durumun kişisel bir işlemle özel hukuksal duruma dönüşmesi, hukuka aykırı bulunan işlemlerde ise bir süre yararlanılması sonucunda Anayasa ve Yasalar tarafından korunmaya değer hale gelmiş, elde edilmiş veya elde edilebilir durumdaki hak sahibinin bir eylemi veya iradesi ile ortaya konulmuş olan ve üçüncü kişilerden bir şey isteyebilmek ve onu bir şey yapmaya zorunda bırakmak biçiminde hak sahipliği kazandıran bir hak ve karşılanmadıkça boşluğu doldurulmadıkça ve de tek taraflı işlem ve eylemde geri alınamayan hukuksal bir olanak ve yetki akla gelmelidir.

Kazanılmış haktan söz edebilmek için hakkın elde edilebilir ve Anayasa ve diğer yaralarla korunmaya diğer duruma gelmiş olması gerekir. Ancak bu hakkın her olaya göre değişme ve inceleme olanağına karşın yönetim tarafından tek taraflı tasarruflarla geri alınma olanağı olmamalı ve kamu yararına feda edildiği zaman giderilebilmesinin istenebilmesi söz konusu olmalıdır. İdari işlemlerin geriye yürüyememesi, geriye dönük sonuç doğurmaması hukuk devletinin gereği bulunan kazanılmış haklara saygıyı sağlamaktadır. Bu, Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarından çıkarılmış bir kazanılmış hak ilkesi” olarak nitelendirilmektedir.

 

Kazanılmış hak ile kamu yararı çatıştığı an, kamu yararı üstün tutularak kişisel yarar giderilmek suretiyle ortadan kaldırılır. Buna karşılık kişilerin yararları birbiriyle çatıştığı zaman hukuk bunları eşit önemde tutar ve eşitlik ilkesine göre çözümler. Kazanılmış haklara saygı ilkesi, idari işlemlerin geriye yürüyüp yürümemesi, başka anlatımla geriye dönük sonuç doğurup doğurmaması açısından önem kazanmaktadır. Önceden oluşmuş hukuksal durumların sonradan yapılacak işlemlerle değiştirilmesi, hukuktan beklenen güvenlikle bağdaşmaz. Yönetsel işlemin geriye yürümemesi ilkesinden, uygulamada yönetilenlerin kazanılmış haklarının korunmasında yararlanılmaktadır. Düzenleyici tasarruflar her zaman kaldırılıp değiştirilebilirler. Bu, yeni bir düzenleyici tasarrufla olur. Bir düzenleyici işlemin geri alınması, kaldırılması veya değiştirilmesinin daha önce doğurduğu hukuksal sonuçlara etkisi olmaması gerekir.

 

Danıştay, kazanılmış hakkın mevcut olup olmadığını saptarken, genel hukuksal durumların kişiler hakkında uygulanıp uygulanmadığını araştırmaktadır. Danıştay’a göre, kural tasarruflarla kabul edilen hukuksal olay ve esaslar ferdi durumlara dönüşmedikçe, kazanılmış hakların varlığından bahsedilemez. Bir başka anlatımla, gene Danıştay’a göre, elde edilmiş bir hakkın bulunduğunun kabul edilebilmesi için, objektif bir hukuksal kuralın kişi hakkında uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi gerekmektedir. Bu durumda Danıştay, kazanılmış hak için objektif ve genel bir düzenlemenin kişi hakkında uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesini gerekli görmektedir.

 

Danıştay’ın bu konularda verdiği birkaç karar aşağıda belirtilmiştir.

Danıştay 10. Dairesi, E.1989/1, K.1989/1337 14.06.1989 tarihli kararında; “Eski yönetmelik hükümlerine göre faaliyette bulunan içkili yerin bulunduğu binanın yıkılması sonucunda davacının zorunlu olarak işe ara verdiğinin, işi temelli terk etmediğinin kabulü gerekeceği, zaten ayrı yerde aynı işi kurmasın da bu amacına doğruladığı, davalı idarenin, bu yerin içkili yer bölgesi kapsamından çıkarıldığını beyan etmesi nedeniyle, davacının 09.07.1984 tarihli ilgili yönetmeliğin geçici maddesi uyarınca kazanılmış hakkının bulunduğunun kabulü gerekeceğini” belirtmiştir.

Danıştay 12.Dairesi 1968/720, K.1968/1992 kararında; “Kazanılmış hakların sonraki yönetmelikle ortadan kaldırılmayacağı, olayın geçtiği tarihte yürürlükte olan bir yönetmeliğe uygun olarak kazanılmış hak sahibi olanların sonradan çıkan yönetmelikle bu haklarının ortadan kaldırılamayacağını” belirtmiştir.

Danıştay 8. Dairesi E. 2015/2339 K. 2015/4632 T. 14.5.2015  tarihli kararında; “Dosyanın incelenmesinden, Adana Büyükşehir Belediye Meclisinin 16.01.2014 tarih ve 28 Sayılı kararı ile kabul edilen Özel Dolmuş-Minibüs Yönetmeliği\'nin \"Kapsam\" başlıklı 2. maddesinde, \"Bu yönetmelik, 1- Şehir merkezindeki dolmuş - minibüslerden faydalananları, 2- Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde ticari amaçla çalışma hakkı elde etmiş ve tescil işlemleri Adana Trafik Tescil Müdürlüğü\'nce yapılmış tahdit kapsamında bulunan M plakalı dolmuş-minibüsleri, S- Dolmuş minibüslerde çalışanları, 4- Dolmuş minibüslerin denetimini, 5- Dolmuş minibüslere verilecek yaptırımları kapsar. Çalışma izni alan lehine imtiyaz devri değildir. Tekel hakkını kapsamaz. Belediye gerekli gördüğü anda verdiği izni geri alabilir. Bu yönetmelik M plaka grubunda olmayan araçları kesinlikle kapsamaz\" şeklinde düzenlemelere yer verildiği, davacı tarafından anılan maddenin birinci bendinin 5. fıkrasında yer alan \"Çalışma izni alan lehine imtiyaz devri değildir. Tekel hakkını kapsamaz. Belediye gerekli gördüğü anda verdiği izni geri alabilir.\" düzenlemenin iptali istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda anılan mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; kamu hizmeti niteliği taşıyan toplu taşıma hizmetinin aslen belediyeler tarafından sunulması gerektiği, bu hizmetin başkalarına gördürülmesi durumunda, belediyelerin hizmetin asli sunucusu olmaktan kaynaklanan kurallar koyma, düzenleme yapma, hizmetin işleyişini denetleme ve belirlenen düzen ve kurallara uymayanlara yaptırımlar uygulama yetkisinin bulunduğu açıktır.

Anayasa\'nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş ve Anayasa Mahkemesi kararlarında hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini gerçekleştiren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet olarak tanımlanmıştır. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yaptığı düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılan ve temel hak güvencelerinde korunan ortak değerdir.

Ayrıca, hukuk devletinde, idareye tanınan takdir yetkisi mutlak ve sınırsız olmayıp, kamu yararı ve hizmet gerekleriyle sınırlıdır ve takdir yetkisine dayalı olarak tesis edilen işlemlerin hukuken geçerli sebeplere dayanması gerekmektedir. Hukuk devletinin temel ilkelerinden bir diğeri de hukuki belirlilik ilkesidir. Bu ilke, düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin ve yorumcuların keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi zorunluluğunu ifade etmektedir.

Olayda, davacı tarafından iptali istenen düzenleme ile idarenin nesnel ve somut kriterler belirlemeksizin dilediği an veya kendisince gerekli gördüğü herhangi bir zamanda, daha önce verdiği çalışma izinlerini iptal edebilmesine imkân tanınmaktadır. Bu düzenleme, müktesep hakların yok sayılması sonucunu doğurabilecek ve idarenin keyfi uygulamalarının önünü açabilecek soyut, belirsiz ve sübjektif nitelikler taşıdığından hukuki güvenlik ve hukuki belirlilik ilkelerine aykırılık teşkil etmektedir.  Diyerek idarenin keyfi uygulamalar yapamayacağını ve müktesep hakları ortadan kaldıramayacağını açıkça belirtmiştir.

Bu bilgiler ışığında Özel Halk otobüslerinin müktesep hakları olup olmadığı konusunu da kısaca değinmekte yarar var. Bilindiği üzere İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı`na bağlı Trafik Müdürlüğü denetiminde çalışan Özel Halk Otobüsleri, 1985 yılında Belediye Başkanlığı`nın teklifine binaen alınan 10.07.1985 / UKOME kararıyla İETT İşletmeleri Genel Müdürlüğü`nün yönetim, yürütüm ve denetimine verilmiş ve 01.10.1985 Halk Otobüslerinin İETT denetim ve yürütümünde kamu hizmetlerinin görülme usulü olan ruhsat ile çalışmaya başlamıştır. Kısa bir önce de KARAYOLLARI TRAFİK YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK yapılarak özel halk otobüsü tanımı yapılmış ve Özel Halk Otobüsü: Gerçek veya tüzel kişilerce işletilen, belediyelerce verilen izin/ruhsat kapsamında toplu taşıma hizmeti veren ve sürücüsü dahil onyediden fazla oturma yeri olan ticari taşıttır.” Şeklinde tanımlanarak bu değişiklik 24 Ağustos 2017 tarih ve  30164 sayılı resmi gazete yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

 

Gerek UKOME kararı gerekse özel halk otobüslerinin verilen ruhsat ile kamu hizmetini yapıyor olması ve gerekse özel Halk otobüsünün tanımının yasallaşması gibi unsurlar birlikte değerlendirildiğinde özel halk otobüsü işletmecilerinin müktesep hakları olduğu tartışmasız olduğunu düşünmekteyim.

 

Facebook Yorum

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar