Kural (Kaide); Kelime anlamı olarak “davranışlarımıza yön veren ve uyulması gereken ilkeler”geniş kitleleri etkileyen bir işin yönetimiyle ilgili olarak, “belirli hedeflere varmak için, çeşitli eylemlerin gerçekleştirilmesinde, pratik-nesnel ve zihinsel işlemlerin yürütülmesinde yol gösterici yönerge ve buyruklar.” Başka bir ifadeyle “belirli olayların ve süreçlerin düzenli tekrarı”Sosyolojide; “bir yaptırımlar düzeniyle toplum üyelerinin kendisine uyması sağlanan, toplumca benimsenmiş her türlü buyurucu ve yasaklayıcı düzenlemeler” Bilimsel olarak; “her alanda uzun araştırma ve denemelerden sonra ortaya çıkmış genel yargılar” olarak tanımlanmaktadır.
Toplumsal hayatta, ferdin diğer fertler ve toplumla ilişkilerinde güç dengelerinin sağlanmasında anahtar rol oynayan kurallar, toplumsal ilişkilerde ise belirsizliğin azaltılması, kişiler arası ilişkilerde yol gösterici olması ve özgürlüklerin çerçevesini çizmesi bakımından kılavuz görevi görmektedir.
Toplumun ortak yaşamazorunluluğunun yarattığı kurallar, toplumdan topluma değişebilmektedir. Bu kurallar, bir yandan kişileri özgürleştirirken, aynı zamanda da diğer kişilerin özgürlüklerini sınırlandırabilmektedir. Kuralların bu dinamik doğasına bağlı olarak, farklı toplumların kurallara uyma gerekçeleri ve kurallara uymamaları durumunda karşılaştıkları yaptırımlar da yine toplumdan topluma değişebilmektedir.
Kuralara uyma davranışının teşvik edilmesinin nihai amacı, bireyin ve toplumun huzurunu, sağlığını ve mutluluğunu tesis etmek, zarar ve ziyanı mağduriyeti önlemektir. Bu amacı gerçekleştirirken gözden kaçırılmaması gereken nokta ise, kuralların özgürlüklerden en üst düzeyde yararlanmaya olanak sağlayacak biçimde düzenlenmesi ve şartlara bağlı olarak toplum yararı için eşitliği, hakkaniyeti gelişmeyi ve değişimi teşvik etmesidir.
İnsanlar arasındaki ilişkileri, toplumsal hayatı düzenlemek, bireysel özgürlükleri, hakları, sağlığı ve huzuru korumak için kurallar, her alanda ve sektörde mutlaka vardır olmalıdır.
Bu çerçeve de, vaz geçilemez, durdurulamaz, ertelenemez ve aksatılamaz özellikte bir kamu hizmeti olan kent içi toplu taşımada kuralların, uyulmaması halinde ise yaptırımın olması son derece normaldir.
Özel Halk Otobüsü sektöründe, yaklaşık 3 bin araç ile günde 2 milyon üzerinde yolculuk yapılmaktadır. Şoförleri de dahil ettiğinizde otobüs içinde bulunan insan sayısı daha da artmaktadır. Farklı yaş, eğitim, kültür, inanç, etnik guruba ve sosyal çevreye ait bu kadar insanın bulunduğu bir sektörde gayet tabi gerekli kurallar ve kuralları aykırı davranışlar karşısında yaptırımlar da olacaktır. Zaten bu konuyla ilgili olarak hiç kimse de farklı düşünmemektedir.
Kuralın toplumsal ve bireysel açıdan gerekliliği ve faydası açısından genel bir kabul olmasına rağmen, Türk toplumu olarak kurallara direnç noktasında olumsuz bir alışkanlığımızın olduğunu da inkar edemeyiz. Bırakınız toplumsal faydasını, can ve mal güvenliği açısından varlığını önemsediğimizi ve kabul ettiğimiz bir kuralı dahi, ihlal etmektende kaçınmadığımız bir gerçek. Faydasına inanıyor ama ihlal etmekten de imtina etmiyoruz. Burada açıklanması gereken psikolojik ve sosyolojik bir durum var. Neden toplum olarak benimsediğimiz kuralları ihlal etmeyi seviyoruz veya kaçınmıyoruz-kaçınamıyoruz? İşte bu noktada eğitim alt yapısının seviyesi ve alışkanlıkların kişi üzerindeki baskın etkisi ortaya çıkıyor.
Telefon Bağımlılığı
Motorlu araç üzerinde ve hareket halinde iken dikkati dağıtarak ölümle, yaralamayla ve ağır maddi hasarla neticelenecek kazaları önlemek için Telefonla konuşmak ve uğraşmak yasa ve idari düzenlemeler ile yasaklanmıştır. Şahit olduğumuz olaylarda bu kuralın doğruluğunu ve gerekliliğini zaten ortaya koymaktadır. Henüz çok zengin bir ülke ve toplum değiliz ama yılda kat trilyonlar tutarında milli zarara, can ve uzuv kaybına uğruyoruz. Her uzun tatilde yüreğimiz ağzımıza geliyor. Korkudan ve üzüntüden haberleri izleyemiyoruz. Kural ve yaptırım var ama telefon ile uğraşma nedeniyle oluşan kazaları önleyemiyoruz. Araç kullananlar kendi canlarının varlığını dahi unutarak ihlalde ısrar ediyorlar. Çünkü telefonu biz değil, telefon bizi yönetiyor. Peki neden? Tamamen cehalet ve bağımlılık, başka bir şey değil.
Teknoloji insan hayatını kolaylaştırıyor. Bu sabit bir gerçek. Ne zaman? Elbette doğru kullanıldığı zaman. Cep Telefonu hayatımızı öylesine teslim almış ki, bırakın sürücülerin seyir halinde kullanırken yaptıkları kazaları, yaya kaldırımında yürürken iki insanın biri diğerine çarpmasına şahit oluyoruz. Özellikle genç kesim kaldırımda yürür iken telefona öylesine konsantre oluyorlar ki adeta bakar kör haline geliyorlar. Cep telefonu toplumumuzu kemiren çok büyük bir hastalık haline geldi. Artık aile içinde bile sohbet, muhabbet kalmadı. Öylesine bağımlılık haline geldi ki lavaboda bile telefon elde oluyor.
Sektörümüze dönecek olursak ağır yaptırıma, uzaktan ya da araç üzerinde denetimlere, çeşitli şekilde yapılan uyarılara rağmen şoförler seyir halinde telefon ile uğraşmaktan vaz geçmiyorlar. Hemen her gün telefonun neden olduğu maliyeti ağır kazalara rağmen ders alınmıyor. Bu hastalıktan kurtulmak için, uyarı ve yaptırımlar çare, yaşanan olaylar ders olmadığına göre yine teknolojik bir çözüm gerekiyor sanırım. Hep aklıma takılıyor. Acaba toplu taşıma araçlarında sürücülerin telefonlarının kullanmaları için sinyal kesici olabilir mi?
Bu alışkanlık öylesine kötü ki, kulaklıkla konuşan şoförler durakları atlıyor, inecek sinyallerini görmüyor, binen yolculara bakmıyor, yaya geçitleri ile trafik ışıklarına dikkat etmiyorlar. Adeta şoför araç içinde değil, araç uzaktan kumanda ediliyor.
Araç kullanır iken telefon ile uğraşma sorunu her geçen büyüyen bir belaya dönüşmek üzere. Mutlaka bir çaresinin bulunması lazımdır. Aksi halde hep birlikte daha fazla üzüleceğimiz bir noktaya gidiyor iş. İdarenin her vakada cezaya sarılması, işletmecinin şoföre kızması veya cezadan şikayet etmesi ile bu sorun çözülmez-çözülmüyor da. Şoför araca bindiği andan itibaren telefon hiçbir nedenle kullanamayacağı şekilde nötr hale gelmelidir. Ceza caydırıcı etkisi var ise bir anlam ifade eder. Cezadan öte çareler bulmak gerekiyor. Telefonla uğraşıp kaza yapan şoför, mağdur olan ise orada olmayan işletmeci. Burada büyük bir haksızlık var. İdare işletme temsilcilerinin bir araya gelip ceza dışında başka bir yöntem bulup şoförlerde artan telefon bağımlılığını önlemeleri lazımdır. Şoförlerdeki bu bağımlılık sadece seyir halinde değil, hat başlarında yolcu alırken daha yaygın. Binen yolculara bakılmadığı gibi sorulan sorulara cevap dahi vermiyorlar. Hatta tepki gösterildiği zamanlarda oluyor. “Görmüyor musun kardeşim Telefon ile muhabbet ediyorum” gibi.
ÖTİS Sözleşme Görüşmeleri
Süresi 12 ay olan ÖTİS Sözleşme görüşmelerinin 6 aydan fazla sürmesinin gerekçesi ve izahı yoktur. Zaten uygulanmakta olan bir sözleşme ve bunun üzerinde yapılacak değişiklikler en fazla 2 oturumda bitirilebilirdi. Elbette bu kadar uzun sürmesinin nedeni ana gündem olan sabit maliyet güncellemesiydi. Bu da en fazla 3 veya 4 görüşme de bitirilebilirdi. Süre gelen bir işle ilgili olarak görüşmelerin bu kadar uzun sürmesi tarafları yıpratır, ilişkilere zara verir ve güveni azaltır, ayrıca işin verimliliğine de olumsuz etki yapar. Bu işin bu kadar uzun sürmesi nedeniyle sektörün geleceği açısından üzüldüğümü ifade etmeliyim. Hizmetin kalitesi yönetim kalitesine bağlıdır. Sadece iş görenlerin gayretiyle kalite sağlanamaz. Niyetleri gizleyerek veya anlamsız şekilde strateji yaparak davranmak, süreci uzatmak asla doğru olmamıştır. Süre uzadıkça spekülasyonlar ve dedikodular oluşur, insanlar arasında kırgınlık ve hoş olmayan olaylar olur. Bunların görülmesi gerekirdi. Sektörün içinde bulunduğum için söylemesem haksızlık olurdu.
ÖHO işletmeciler son 3 yıl içinde, daha önceden defalarca gösterdikleri fedakarlıktan daha büyük fedakarlık yapmışlardır ve yapmaya da devam etmektedirler. Özel sektör olmasına rağmen işle ilgili olarak işletmecilerde bir aidiyet duygusu oluşmuştur. Bu duyguyu geliştirmek yerine azaltacak davranışlarda bulunmak, kente, vatandaşa ve sektöre zarar verir ve verdi de. İşletmeciler kıt kanat geçinirken, illa da vatandaş mağdur olmasın amacıyla borçlanarak işi sürdürüyorlar ise mutlaka alacaklarının her türlü haklarının vaktinde ve tam olarak verilmesinin, alkışı hak ettiklerinin gerektiğini sanıyorum. ÖHO esnafı hakkını 4-5 ay geç alırsa Belediye bir şey kazanmaz ama güven kaybedilir, zamanında karşılanamayan maliyetler nedeniyle iş aksar. Her davranışın bir bedeli vardır. Bu insanlar Belediyenin işini görüyorlar. İş aksar veya zafiyete uğrar ise bundan en çok Belediye zarar görür. Dost olarak bunları söylemek zorundayım.
İnşaallah bu yıl görüşmelerin uzatılmasında yapılan stratejik hata son olur ve bir daha yapılmaz, temennisiyle başta milletimiz olmak üzere İslam Aleminin idrak edeceğimiz Ramazan Bayramlarını kutluyor, Bayramın hakkımızda hayırlara vesile olmasını yüce ALLAH’tan niyaz ediyor, Sağlık, afiyet, huzur, barış ve kardeşlik içinde daha nice bayramlar diliyorum.
Facebook Yorum
Yorum Yazın